Göc, Göçmenler, Entegrasyon

Göç ve göçmen entegrasyonu, bugünün dünyasında ve iklim krizi nedeniyle geleceğin dünyasını uzun süre boyunca etkileyecek önemli konulardan biri olarak karşımızda duruyor. Bu bağlamda, eleştiri yapmak yerine bizlerin bir arada daha iyi nasıl yaşayabileceğine dair bazı yapıcı çözümler üzerine düşünmek istiyorum.

Öncelikle, Almanya'nin doğusundan gelen tüm göçmenlere, girişte bir "bireycilik kiti" vermekle baslayabilirsiniz. Bu kitaplar, algısı düşük olanlara Ayn Rand'ın "Hayatın Kaynağı"nı, algısı daha yüksek olanlara ise Jean-Jacques Rousseau'nun "Emile"ini içerebilir. Isin şakası tabi, üstelik bu kitaplar üzerine de çokça tartışabiliriz ama ne demek istediğimi anladınız sanirim. Bu kitaplar, bireysel özgürlüğü ve düşünmeyi teşvik eder, ki bu entegrasyon sürecinde cok ama cok önemlidir. Kollektivist Dogu toplumlarından gelen tüm bireylerin "ben" olmayi öğrenmesi mümkün olmadan entegrasyonu mümkün kılan bir "biz" mümkün olmayacaktır. Kanit arıyorsanız bugün kendini Alman gibi hisseden tüm son jenerasyon Türklere bakin. Hepsinin ailesinin onların"ben" olmasina izin verdigini ya da bu kisilerin "ben" olmakta diretecek kadar cesur olduklarını göreceksiniz.

Bu bağlamda entegrasyon kurslarına Almanya'nın coğrafi ve politik yapısından önce "Bireycilik 101" dersi eklemek önemlidir. Bu dersler, insanlara önce kendilerini ve buna bağlı olarak yerel kültürleri ve toplumsal dinamikleri daha iyi anlama fırsatı sunar.

Her ne kadar entegre olmak gelenin yükümlülüğü olsa da, 60'li yıllardan beri entegrasyonun devam eden bir problem oldugu düsünülünce, bu sürecinin biraz empati ve anlayış gerektirdiği asikardir.

Ne demek istediğimi bir örnekle acmak istiyorum. Sözleşme özgürlüğü örnegi ile. 

Edel Rodriguez's “Strangers,” 2018

Sizler 17.ve 18. yüzyıllarda, bireyin özgürlüğünü ilan eden düşünce akımlarını ortaya çıkaran halklarsınız, ki bu akımlar Fransız Devrimi ile siyasi ve toplumsal etkilerini göstermiştir. Sözleşme özgürlüğü ilkesi, 19. yüzyıldan itibaren kodifikasyon hareketleriyle birlikte günümüz hukuk sistemlerinde sağlam bir yer bulmuştur. O dönemin aydinlanmaci hukukçuları, bireylerin kendi çıkarlarını gözetebilecek kadar rasyonel ve aydınlanmış olduklarına ve bu nedenle sözleşme sistemlerinde tamamen özgür ve özerk olduklarına ve istedikleri sözleşmeyi yapabileceklerine inandıkları için sınırsız sözleşme özgürlüğünü desteklemişlerdir. Ancak sözleşme hukukunda, sosyal ve ekonomik gelişmelerin de etkisiyle iş hayatının, işletmelerin güçlenmesiyle tekelleşmesi ve zamanla deneyimsiz, cahil ve zayıf kişilerle muhatap olunması nedeniyle sözleşme özgürlüğü ilkesinin sınırlandırılması ihtiyacı doğmuştur. Bugün sahip oldugunuz tüm tüketici hakları bu sinirlandirmaya dayanmaktadır. Eğer tüketici hukuku olmasaydı bankalar karsisinda 10 puntoluk yazılarla yazilmis yüzlerce sayfalık sözleşmelerin tüm maddelerinden, fahis faiz oranlarından sorumlu olacaktiniz. Dolayisiyla sinirsiz özgürlük adalet getirmez. Ayni sekilde sinirsiz bireycilik de adalet getirmez. Söylemeye calistigim şey su, sizler aydınlanmayı yasamis, aydinlamanin en ünlü filozoflarını yetiştirmiş halklar olarak yüzlerce yıldır birey olmayi öğrendiniz. Artik bes parmaginiz gibi, üzerine düşünmediğiniz bir parçanız bireycilik. Fakat kendinize dürüst olup bireyciliginizin sinirlerini sorgulamanızı istiyorum. Sizler 19. yüzyılın sinirsiz sözleşme özgürlüğü gibi mi bireycisiniz yoksa bugünün regüle edilmiş, adaletli ve koruyucu sözleşme özgürlüğü müsünüz?

Sizler kendinizi korumak icin çizdiğiniz sınırlarla, sizi kirmamak icin size sinir çizemeyen insanların sinirlerini zorladiginizi farkettiniz mi? Size sinir cizmedigi icin, kendini birey degil, toplumun bir parçası gördüğü icin, sinir çizemeyen bu insanları hunharca eleştirirken hiç empati yaptiginizi düşünüyor musunuz? Yoksa böyle bir yükümlülüğünüz olmadigini mi düşünüyorsunuz. Herkes yetişkin. O sinir çizmiyorsa, sizin ihlal etme hakkiniz var mi? Baska bir deyişle gecmisin fahis faizli bankası misiniz?

Her iki toplumun da, göçmeni kabul eden Almanya'nin, Fransan'nin, Ingiltere'nin, Isvec'in,  hangi gelişmiş batili ülkenin adini koyarsanız koyun, gelen göçmenin de üzerine cok düşünmediği bir kültürel farklılık bu. Kolektivist toplumun göbeğinden cikip gelen, belki hayatında hiç birey olmamış, kendi ihtiyaclarının da önemli olabileceğini hiç düşünmemiş, "komsusu acken tok yatan bizden degildir" düsturuyla büyümüş insanlardan bahsediyoruz. Toplum öyle istediği icin tüm arzu ve isteklerini bastirmis, babası istediği icin doktor olmuş, öyle olması gerektiği icin ömrünü kayınvalidesiyle yaşayarak, büyüklere saygı duymak gerektiği icin hiçbir zaman agzini acip kayınvalidesine farklı bir görüş belirtmemiş insanları "ne olursan ol gel" diyen folozoflarin diyarından alıp, aydınlanmayı, bireyciligi ve Fransız devriminini yaratan filozofların diyarına getirip hadi simdi kaynasın demek ne kadar gerçekçi? Kendini sadece ormanın bir parçası gibi gören bir insana aslinda "bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşcesine" yasamayı nasıl anlatirsiniz? 

Ve diger tarafa gececek olursak bir ağaç gibi tek ve hür ve sadece kurallara uyması gerektiği kadar kendini ormanın bir parçası gören bir kültüre, kendi tek ve hürlügüne zarar vermeden orman gibi kardeşcesine olmayı anlatabilir misiniz? 

Bu nedenle, ilkokuldan itibaren çocuklara empati derslerini dahil etmek çok değerlidir. Ve belki de "kolektivizm 101", siz kollektif olun diye degil ama empatinin bir parçası olarak, bu insanların nasıl bir kültürden geldigini anlamak icin. Sizi şüphelendiren fazla iyi niyetlerini, sofrasındaki son lokmasını misafiriyle paylasmasini öğütleyen masallarla büyüyen bu insanların baskalarini kendinden önce neden düşündüğünü anlayabilmek icin. Cok misafirperver olmakla geçiştirilemeyecek kadar önemli, hatta en önemli kültürel fark oldugu icin.

"Ben" olamayan da "sadece ben" olan da "biz" olamaz. Gelene ben olmayi, burdakine de bir parca empatiyi öğretmeden, Almanlar tek ve hür, göçmenler kendi komünitelerinde kardeşçe yasamaya devam edecek. Ama bizim istediğimiz herkesin bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşcesine yasaması.



Yorumlar

Ufuk Evla dedi ki…
Harikasın Zeynep,
hukukçu gözüyle deşmişsin meseleyi, örnekler cok iyiydi,
aklına ve kalemine sağlık, selamlar...Ufuk Evla

Popüler Yayınlar