BENIM ALMANYAM 3

    Annem ilkokul ögretmeni oldugu ve benimle birlikte o da birinci siniflari baslattigi, babamin da o gün önemli bir toplantisi oldugu icin ilkokulun ilk günü yürüyerek kendim gittim okula. Ayni sey haliyle benimle birlikte besinci siniflari mezun eden annemin yeniden birinci siniflari baslatmasi sebebiyle Anadolu Lisesinin ilk günü de oldu. Babam, komsumuz Hamiyet Hala ve o zamanlar bir kadin ve bir erkeğin ayni arabada yalniz kalmasi uygun kacmayacagi icin Hamiyet Hala’nin esi Ahmet Amca, 1990 yilinin bir Pazartesi sabahi beni Edirne’ye götürdüler. Hamiyet Halam Sümerbank’tan benim icin yeni alinan pembe nevresimlerimi yorganima gecirdi, üzerine pembe pikemi serdi ve ayak ucuma da pembe yün battaniyemi koydu. Pikem ve battaniyem hala duruyor ve o pike simdi kizimin legolarına ev sahipliği yapıyor. Pijami ise on onbir sene öncesine kadar hala giyiyordum. Nerde o eski pazenler.
    Sinifin en caliskani oldugum, güzel miyim cirkin miyim, güzel giyiniyor muyum diye düsünmedigim kozamdan yatili okula gelmek devrim gibiydi. Bunlarin hicbirisi olmadigim gercegiyle de yatili okulda tanistim. Karsima cikan tüm büyüklerin ilk sorusu olan asitci mi yoksa metalci mi oldugumdu? Asitci olmak daha coolken metalci olmak biraz aykırı kaçıyordu. Nothing Else Matters'i dinleyene kadar metalci olmayı kötü bir şey sandık. Metalci olmasa da Kurt Cobain'in depresyon hırkasıyla tanistigimiz MTV Unplugged günlerinde ise müzik zevkimiz geri dönüsü olmayacak bir sekilde evrildi.
    Fakat o güne gelene kadar Yonca Evcimik'in Abone ile Türk pop müziğinin 90'lara darbesini vuracak yükselisinin startini vermesine tanıklık ettik. Bugün Askin Nur Yengi'nin ilk kasedindeki sarkilarini her duydugumda midem kantinde poğaça yiyip oralet içiyormuşum gibi yanar. 

    Asitci olduguma karar verdikten sonra sirada Levi’s kot, Adidas ayakkabi, Tiffany & Tomato kazak, LC Waikiki t shirt, Lee Cooper corap ve Benetton’dan bir takim kiliklar ve tabi ki by Bulova saat almamiz vardi. Inanmaycaksiniz ama LC Waikiki  üzerinde maymun logosu olan pahada epey ağır bir t shirt markasıydı. Naf Naf ve Benetton parfümlerse ergenlik deyine aklıma gelen bir kaç kokudan birdir.

Bu siseyi senelerce sakladım. 
    Bir süre sonra küfürlü konusmak ya da hareket cekmek bize kendimizi büyük hissettirmeye basladi. Fakat bunlar sadece iki uc yil sürdü. Ben yedinci siniftayken ailem Edirne’ye tasindi, ben gündüzlü oldum, büyüdüm, arkadas iliskilerimiz derinlesti ve popüler olmayi umursamadan popüler oldum. 
    Yatili okulumun ilk yilinda kendimi yeterince görülmüs, duyulmus, baska bir deyisle sevilmis hissedemedim. O yüzden ara ara anneme ara ara da arkadaslarima kimse beni sevmiyor diye agladim. Bunu aklinizda tutun cünkü koca kadin 41 yasinda da hemen hemen aynisini Almanya'da yapti. Giriste belirttigim bu kitabi yazmaya basladigim o zaman.
    Hazirlik sinifinda cok fazla hastalandigimdan artik doktor raporuyla bile devamsızlık yapacak hakkim yoktu. O yüzden hazirligin son günü okulda yapılacak büyük final sinavi öncesindeki hafta bütün okul evde ders calismak icin raporluydu. Ben ve Nurten hariç. Nurten inşaat işçisi bir babanin zehir gibi zeki bir kiziydi. Her hafta çalınan paralarimizi bir cici bebe paketine sakladigini görene kadar sürmüştü arkadasligimiz. 16 hazirlik kizi, aramizda hareketlerini sevmediklerimizi ortama alır ve "How I met your mother" ile haberdar oldugumuz intervention yapardik yani müdahalede bulunurduk. Nurten'le de yüzleştik. 11 yaşında 16 kiz çocuğu. Biz sorduk, o da anlattı. Nurten bizden epey uzaklaştı, hepimizden. Doğa olarak, dersleri kötüledi ve bir süre sonra da okuldan ayrıldı. Icimde hala bir sizidir Nurten'in hirsizligini yakalamış olmak. 
    O hafta bombos okulda Kücük Prensi okuduğum zamaki kadar yalnız hissettim kendimi. Koskoca gezegende tek basimaymisim gibi bir nostaljiyle gecti bir hafta. Sınav günü upuzun koridorda hazırlanan sıraları gördük. Kalbimiz agzimizdan çıkacak gibi atarken dört şube birlikte sınava girdik. Kagitlarda haksizlik yapılmasın diye isimlerimiz kapatıldı. Bir kaç gün sonra da sözlü sınava girdim. Öğretmenim bana 10 üzerinden 5 ya da 6 vermis çünkü benim yazılı sınavdan 7 alacagimi beklemiyormuş. Sonuc olarak hazirligi 6 ile geçtim. Hakkim varsa helal degildir buradan kayıtlara gecsin.
    Yedinci sinifa geldigimde ise artik ömür boyu sürecek dostluklarimin temeli atilmisti. 90’larin Türkiyesi’nde batida da olsaniz gencler icin yapacak cok sey yoktu. Birakin sosyal medyayi interneti dogru düzgün bilgisayar bile yoktu. Vizyon fimleri iki yil sonra getiren dandik bir sinemamiz, bir cadde üzerinde iki pastane ve bir cafemiz vardi. Bize düsen de arkadaslarala birlikte vakit gecirmekti. Iste böylece onlu yaslarimizda ömür boyu sürecek dostluklar kurduk. Bugün Almanyadaki arkadaslarimi bile sasirtan bir sekilde bu dostlar dünyanin dört bir yaninda. Neredeyse ziyaret ettigim her ülkede bir arkadasimla bulusabiliyorum. Bu bazen ilk defa gördügüm bir ülkede saatlerce oturup cene calip o sehirde cok az sey görmeye bile yol aciyor. Ama sikayetim yok. 
    En tembelimiz bile bir baltaya sap oldu. Tiyatro seviyorduk, Edirne'ye Istanbul'dan gelen tiyatroları izlemeye gitmeye yatılı okulda bile iznimiz vardi. Hatta Turgut Özal'ın olduğu gün Yasar Ne Yasar Ne Yasamaz'i izlemek icin Istanbul'daydik. O güne dair cok güzel bir yazı yazmistim bu bloga ama bulamadım. Istanbulda basketbol maclari izlemeye gittik okulla (Efes'in efsane olmaya başlaması o günlere denk gelir), Ankara'da üniversiteleri ziyaret etmeye (o zaman da Alparslan Türkeş ölmüştü, sanırım bizim bir okul gezisi yapma vaktimiz gelmiş), Istanbul'da kitap fuarlarina, Anlalya'da, Fethiyede, Almanya'da tatillere gittik okulla. Cogu da okulun degil ögretmenlerimizin insiyatifleriydi. Iz birakan ögretmenlerimiz oldu. Bize cevreye duyarli olmayi, yere cöp atmamayi, tiyatroyu ve okumayi sevmeyi ögretti kimisi, kimisi de sözleriyle bugün bile sizlatan yaralar acti. Biz kiz ögrencilere olmasa bile erkek ögrencilere fiziksel yaralar acanlar da oldu.
    Pazartesi günleri sira olurduk, Istiklal Marsi sonrasi sirayla okula girerken tüm okulun önünde tekme yerdi bazi erkek ögrenciler formalarindaki bazi eksikler yüzünden. Kivrilan etek belleri acilir, etekler uzatilirdi gecmeden, ama kurdelenizi siki baglamadiysaniz siz de kenara da cekilebilirdiniz siradan.
    Dokuzuncu sınıfa basladigimizda arkadaslarimizin bir kısmı Fen Lisesi'ne gecti. Istanbul Atatürk Fen Lisesi'nden ilk haftada dönen arkadasimiz da oldu. Sekizinci sinisin sonunda bizden kısa biraktigimiz erkek arkadaslarimizsa bizden en az bir kafa daha fazla uzun döndüler dokuzuncu sınıfa. Sonradan "siz eskiden bizi kaale almıyordunuz, her üst sınıftan erkeklerle takılmak istiyordunuz ama biz de sonunda büyüdük" sözleri yeni kankalarımızin ağzından ilk is dökülüverdi. Cok okuyorduk, vatandaşlık dersinde, Siyaset Meydani'nin ve secimlerin ertesi sabahlarında ateşli bir sekilde politika tartisiyorduk. Okuyorduk, ülkemizde olanlarla ilgileniyorduk ve hala cok eglenmeye devam ediyorduk.
Askeriyeden üniformalı bir subayın geldigi Milli Güvenlik dersimiz vardi bir de. Bizimkinin adi Arif'ti ve cok yakisikliydi. 
    Liseyi düşündüğümde aklıma gellerin ilki gülme krizlerimiz, susmayıp sürekli disari gönderilmem, disarida susup iceri girince yine kikirdeye baslamamdir. Narkozdan bile gülerek uyanan bir insanım neticede. Kahkalarimiz sebebiyle oturdugumuz cafelerden atilma tehdidi cok aldik. Edirne bizimdi, okul bizimdi ve biz her kösesinde deliler gibi egleniyorduk. Kimseleri umursamadan. Zaten bizi sokakta forma ile görenler ya gipta ediyor ya da hasetleniyordu. Cünkü biz tüm Edirne ve cevresinin en akilli ögrencileriydik. 

Yorumlar

Popüler Yayınlar