Tatminkar Bir Hayat
Su günlerde makul ve mantikli olan pek cok kimse, yasananlara dair belki
sorumluluk, belki vicdan azabi ve de cokca aci hissediyor. Herkes kendi payina
elinden gelen bir seyler yapmaya calisiyor. Cok aci ceken birine hep verdigim
bir ögüt vardir. Birilerini mutlu etmek. Karanlik taraftan diger tarafa gecmenin
belki de en kestirme yolu, fedakarlik yapmaktir. Birine el vermek, birinin
karanligina isik olmak. Iyi hissetmek icin, iyi hissettirmek. Bunun kistasi da
tatminkar hissetmek sanirim. Hepimizin yapabileceklerinin siniri kendi tatmin
sinirimiz.
Bright Star - Jane Campion |
Bertnard Russell diyor ki:
Dünya uçsuz bucaksızdır ve kendi güçlerimiz sınırlıdır. Mutluluğumuz tamamen kişisel koşullarımıza bağlıysa, hayattan vermesi gerekenden fazlasını talep etmemek zordur. Ve çok fazla şey talep etmek, mümkün olandan daha azını elde etmenin en kesin yoludur. Örneğin Trent Konseyi'ne ya da yıldızların yaşam öyküsüne duyduğu gerçek ilgi sayesinde endişelerini unutabilen bir insan*, kişisel olmayan dünyaya yaptığı geziden döndüğünde, endişeleriyle en iyi şekilde başa çıkmasını sağlayacak bir denge ve sükunet kazanmış olduğunu görecek ve bu arada geçici de olsa gerçek bir mutluluk yaşamış olacaktır.
Tabi onun burada kastettigi varolussal problemler yasayan insanlari mutlu edecek yöntemler daha ziyade.
Yani bir adam ya da kadin, degisme özlemiyle yanip tutusan toplumunuzda, kendi mutlulugunu gerceklestirmek icin ne yapabilir?
Bertrand Russell yaslandikca yasamdan daha cok zevk aldigini cünkü bu hayatta en cok neleri istedigini kesfettigini ve bir cogunu ele gecirmis oldugunu belirtiyor, ve ekliyor:
[a|yrica bazi isteklerimi, örnegin bir sey hakkinda kusku götürmez bir bilgi sahibi olmak gibi, elde edilmesi olanaksiz olduklarindan bir yana birakmayi becerebilmemin de bunda önemli bir payi var. Ama en cok, sadece kendimi düsünme huyumdan vazgecmem yararli oldu. Koyu bir din egitimi görmüs her insan gibi ben de, günahlarim, cilginliklarim, eksikliklerim üzerinde düsünür dururdum. kendi gözümde - kuskusuz hakli olarak - iler tutar yani bulunmayan biriydim. sonra yavas yavas kendime de, kusurlarima da aldiris etmemeyi ögrendim, dikkatimi disimda olan seylere yöneltmeye basladim, örnegin dünya durumuyla, ilgi duydugum bilimlerle, hoslandigim kisilerle ilgilenmeye basladim. Dis ilgilerin de insana bazi acilar cektirebilecegi dogrudur: Dünya savasa sürüklenmis olabilir; bazi konularda bilgi edinmek güc olabilir; dostlar ölebilirler. Ama bu gibi acilar hayatin niteligini yok etmezler; oysa örnegin kendimize karsi duydugumuz nefret bu niteligi ortadan kaldirabilir. ... Insanin kendisiyle ilgilenmesiyse, hicbir zaman verimli bir ugrasiya yol acmaz. Ancak ani defteri tutmaya, psikanaliz uzmanina basvurmaya, belki de kendini dine adamaya neden olabilir.*
Bal Tabarin - Jansluijters (1908) |
İlgi alanlarınızı giderek daha geniş ve daha kişisel olmayan bir hale getirin, ta ki egonun duvarları yavaş yavaş çekilinceye ve yaşamınız giderek evrensel yaşamla birleşinceye kadar. Bireysel insan varoluşu bir nehir gibi olmalıdır - başlangıçta küçük, kıyılarına dar bir şekilde sıkışmış ve kayaların ve şelalelerin üzerinden tutkuyla akan bir nehir. Yavaş yavaş nehir genişler, kıyılar çekilir, sular daha sakin akar ve sonunda, gözle görülür bir kırılma olmaksızın, denizle birleşir ve bireysel varlıklarını acısız bir şekilde kaybederler. "İlgi alanlarınız mümkün olduğunca geniş olsun ve sizi ilgilendiren şeylere ve kişilere karşı tepkileriniz düşmanca değil, mümkün olduğunca dostça olsun.
Bertrand Russell'dan gazi aldiysak, ülkemize nasil hayrimiz dokunura yaklastik demek ki? Burda da Grigoriy Petrov'un Beyaz Zambaklar Ülkesinde'sinden biraz ilham almak istiyorum.
Axel Gallen - Ilk Ders |
Kurtcuklar gibi kücük, sahsi isleriniz ve kaygilarinizin derinlerinde debelenmeyin. Devletinizin temellerinin tahkim edilmesi üzerine düsünün. Ulusunuzun yeni, öngörülü ve yüksek bir egitimden gecmesi üzerine. Ne ki tarih, bazi devletlerin ve uluslarin acinasi kaderleri üzerine hükümler yazdigi gibi, baska bazi devletlerde de ögretici örnekler verir bize, sosyal hayatin nasil ve hangi araclarla güclendirildigini, ulus kitlelerinin ise iki ayakli hayvan sürülerine ve büyük, caliskan karincalara dönüsmesinler, ama ulu sanatcilar, akilli ve mutlu bir hayatin yaraticilari olsunlar diye nasil egitildiklerini gösterir.
Petrov sonra uluslari kahramanlarin mi yoksa halklarin mi kurtardigi tartismasini aciyor ve aslinda ikisinin de birbirini atesledigini belirtiyor. Beni epey düsündüren bir önerme getiriyor ve
her ulus, ya büyük insanlari, ya da hicbir önemi olmayanlari, ulus kitlelerinin manevi durumuna bagli olarak, iktidarin basina gecirir.
Düsünün bakalim ulusumuzun manevi durumunu, Menderesleri getiren köylü kurnazlarini, Atatürk'ü cikaran yigit Anadolu insanlarini... Ve bugünü getiren manevi durumu. Düsünün durun bakalim.
Albert Edelfelt - Boys playing on the shore, 1884 |
Burada yatan, biz hepimizin hayatinin ve emeginin niteligiyle ilgili bir meseledir. Ülkemizde neyle mesgulüz? Ulusumuzun kaderinde hangi rolü oynuyoruz?
kurtcular gibi kücük, sahsi isleriniz ve kaygilarinizla mi debeleniyorsunz sevgili halkim?
Peki bizim emegimiz ne türden olacaktir ülkemizde, yaratici mi, yikici mi? ... Insanin hem disinda, hem icindeki barbar karanligin binlerce esintisine karsi, uygarlik isigi icin ebedi bir mücadele
ye var misiniz ya da hazir misiniz?
unutmayin ki ulusunuzun egitisimsizligi, kabaligi, ayyasligi, hastaliklari, sefaleti... sizin rezilliginizdir bunlar, sizin sucunuzdur.
Üzerine ekleyecek söz yok. Ama artik varoluşsal problemleri bir kenara birakmak ve nitelikli ilgi alanlari ile mesgul olmak ve bu nitelikli emegimizle ulusmuzun kaderinde rol oynamak icin ne bekliyoruz artik?
*Bertrand Russell, Mutlu Olma Sanati, Say Yayinlari
Yorumlar