BENIM ALMANYAM 2

 ALMANYA’DAN ÖNCE BEN

 

Benim hangi pencereden bakarak bu kitaptaki görüslere sahip oldugumu anlamak icin biraz beni tanimak gerekiyor sanirim. Benim Türkiye’mi, orada yasadigim hayati size biraz anlatirsam, buraya geldigimde yasadiklarim karsisinda verdigim ya da ver(e)medigim tepkiler ve hissettiklerim daha iyi anlasilacaktir diye ümit ediyorum. Kör ölmüs badem gözlü olmus durumu burada da kendisini gösterecek ve saniyorum Türkiye’yi pek de yansiz anlatamayacagim.

Sicak bir Agustos gecesi sabaha karsi, bizim jenerasyonun kaderini degistirecek, politik nesille apolitik ve hazci neslin arasinda bir yerde sikisip kalmamiza sebep olacak kanli darbeye bir yil kala, Tekirdag Devlet Hastanesinde annemin cigliklarinin acik pencereden disari tastigi bir dogumla dünyaya gelmisim. Bunu bana babam anlatti. Annelerimiz bize yetiskinlerin hayatlarindan bahsetmemeyi tercih etti. Dönemin yükselen yildizi Süleyman Demirel (ben dogduktan bir kac ay sonra basbakan olmustu)’in esinin adi Nazmiye de hemsireler tarafindan bana göbek adi olarak verilmis. 

Cocuklugum Kesan’da sokakta oynayarak, dirseklerimdeki ve dizlerimdeki kabuk baglamis yaralarimi vücudumun bir uzvu gibi benimseyerek ve evden cok uzaklasirsam at arabalari ile sokaklarda gezen cingenelerin[1]salvalarina sokularak kacirilacagim korkusuyla gecti. Bu da Trakyali cocuklarin büyülü gerçekliğidir.

Aksam ezani mutlaka eve dönülmesi gereken en gec saati. Okul zili gibi ezan okununca herkes evlerine kacisir, es kaza sokakta kalmissam annem balkondan seslenmeden önceki o kisacik zamanda icimi tarifsiz bir yalnizlik ve bosluk kaplardi. Artik eve yetismesi gerekmeyen yetiskin bir kadin oldugumda, Istanbul kalabaliginda bile, eger ezan okunurken tek basima sokaktaysam bu his kimi zaman icimi yine dolmustur. Yalniz kalabilen ama insan seven biriyim. Kücük Prens’i ilkokulda okudugumda bir gezegende tek basima yasama fikri beni dehsete düsürmüstü. Hayatta en korktugum film de “28 Gün Sonra” filmidir. Hani adam hastane yatagindan kalkar ve tüm Londra bombostur. Aksam saat sekizden sonra sokakta insan olmayan Almanya’ya tasinmis bir Zeynep’i tasavvur etmek icin önemli bir bilgi bu. 

Ezan sesi duymayali cok oldu. Covid-19 sebebiyle uzun süredir Türkiye’ye gidemedim. Bu satirlar büyük bir özlemle de yaziliyor ayni zamanda. Türkiye’de yasarken detone sesli hocalarin bozuk mikrofonlarindan bangir bangir okudugu ezan, beni cogu zaman rahatsiz ederken, bugün özledigim bir seye dönüstü. Kizimin konusabilecek kadar büyüdügü bir Türkiye seyahatimizde, gece ezan sesine uyanip “anne adam sarki söylüyor” demisti. 

Yaz gecelerinde aksam yemeginden sonra da gece disari cikma iznimiz vardi. Apartmanimizin bahcesinde komsu cocuklari ile oynardik. Gündüzleri nedense haremlik selamlik herkes kendi hemcinsiyle oynarken, geceleri isik yanan tek bir meydanimiz oldugundan hep birlikte oynardik.

Trakya’ya dair cocuklugumun ve hatta gencligimin de en güzel anilarindan biri sokaktaki kina geceleridir. Ögleden sonra bir traktör römorkuyla sandalyeleri getirir. Aksama dogru boydan boya ciplak ampüller asilir. Biz evde aksam yemegimizi yerken cekirdekci ve helvaci da yerlerini alirdi. Cekirdekci eski gazetelerden minik külahlarini sararken misafirler de yavas yavas gelmeye baslarlardi. 

Sokaktan gecen simitciden simit almama izin verirdi annem de, dondurmacinin dondurmasini, pistir o kimbilir icinde ne var diye almama izin vermezdi. O yüzden dondurma carsida dükkandan ya da yaz aksamlarinda oturulan parklarda yenen bir seydi bizim icin. Hazir dondurmalar cocuklugumun sonunda denk geldi ama kisa bir süre. Sürekli bademcikleri sisen (biz Türkler bogazlarim sisti demeyi tercih ederiz) bir cocuk oldugumdan dondurma ile hep mesafeli bir iliskim oldu. Yatili okulda anne babamdan 110 km uzakta bile dondurma yerken irkilirdim. Bu da kornetin ciktigi zamanlara denk gelir. 

Cagla satin alinan degil sadece agactan toplanan bir seydi bizim icin. Incirleri hamken sokaktaki agaclardan toplar, sütleriyle her yerimiz yapis yapis bakkala gidip tombi, leblebi tozu, o zaman kaymak dedigimiz simdi islak marshmallow oldugunu anladigimiz bilimum yiyeceklerle sicak yaz ögle sonralarini gecirirdik. Mutlaka hepimiz bakkaldan bir kez tipi tip ya da pembo asirmisizdir. En cok da biz iyi aile cocuklari galiba. 

Cernobil sonrasi yagan yagmurla gölgelendigini bilmedigimiz cocuklugumuz. Trakya cocuklarinin yetiskinliginde anne ve/veya babalarini alan kansere, bence sebep Cernobil, ertesi gün sokakta oynamaya sadece su birikintilerine yaklasmamak sartiyla izin verildigini, o minicik halimizle sokakta oyun oynacak motivasyonu bulamayarak heyecanla Cernobil faciasini tartistigimizi, devletimizin sanayi ve ticaret bakaninin gazete mansetlerindeki “cayda radyasyon yok, ben iciyorum siz de icin” demecini dün gibi hatirliyorum.

Ülke olarak siyaset her zaman gündemimizde olmustur. Biz memur cocuklari olarak tabi ki Inönü’yü destekliyor, Inönü Edirne’de halka seslenirken mevcut hükümetin halki limon gibi siktigini söylerken, alegorisini pekistirmek icin yarim limonu da elinde siktigini andimiz sirasinda beklerken birbirimize anlatiyorduk. Laik bir egitim aliyor ama 80 darbesi sonrasi müfredata eklenen din dersleri ile anlamini bilmedigimiz dualari Arapca ezberlemeye calisiyorduk. Annemin cenazesinde bile okuyacak kadar ezberleyemedim fatihayi. Sübhaneke ve Kulhuvallahi ile uzun yillar isi götürdüm ama bir noktada sübhanekeyi de unuttum. Simdi besmele ve üc kulhuvallahi bir elam yerine dört kulhuvallahu ile günü kurtariyorum. Bu tabi ilimli islam modelinin ülkede basarili olmadigi anlamina gelmesin. 

O yillarda liberalizm bizim günlük hayatimiza tam olarak girmemisti. Türkiye’ye jaguar gelebilecek diye gecenin bir körü sokakta halay ceken adam (evet böyle bir sey gercekten olmustu) disinda yatili okula gidip markalar dünyasi ile tanisana kadar 83 sonrasi Özal hükümeti ile baslayan liberalizm furyasi ile alakam olmadi. Ilkokul dönemim bizim günlük hayat aliskanliklarimiz acisindan hala kapali ve yerel bir ekonomiydi. Kesan’da Barbie markasi altinda bebek bulunmazdi. Saniyorum da elimizdekilerde mutluyduk. Yerli mali Fatos ve nerenin mali oldugunu bilmedigim Cindy marka bebeklerle de pekala Barbie oynamistik. “Salatalik cikmis” gibi cümleler kuruyorduk mesela. Salatalik özledigimiz ve cikinca da tadini doyasiya cikardigimiz bir besindi. Muz ve kivi yeni yeni mutfaklarimiza girmeye basliyordu ve okula götürmemize kesinlikle izin verilmiyordu. Domatese tuz eker, meyve gibi isirarak yerdik. Bugün Almanya’da en cok özlemini cektigim sey o domatesler. Ama Türkiye’ye gittigimde de cogu zaman gercek domates lezzetini bulmakta zorlaniyorum. 

Ailemizde her Pazar kefal ve sarap günüydü. Ben ilkokul besteyken babam kan yapsin diye biraz kirmizi sarap iciriyordu bana. Sarap da muhtemelen Yeniköy’den ev yapimi sarapti. Ev yapimi sarap demisken annemin köyünü de anmadan olmaz. Kesan’a yarim saat uzaklikta oldugundan sik sik olmasa da mutlaka bayramlarda ve yaz tatillerinde bir kac gün de olsa giderdik. Dedem bizi traktörü ile gezmeye cikarirdi, tarladan taze nohut toplayip yerdik, dedemin bir de magazasi vardi evin altinda, ici bugday tepeleri ile dolu. O bugday tepelerinin üzerinde cilginlar gibi oynardik. O günlerden birinde popomu böcek isirmisti. Bir keresinde dedem Yaylagöne’deki bir is görüsmesine bizi de götürmüstü. O baska büyük adamlarla is görüsürken biz o büyük adamlardan birinin kiraz bahcesinde oyalanmaya birakilmis, agaclarin altindaki römorka tirmanip dalindan kirazlari afiyetle yemistik. Eve dönemeden ishal bas göstermisti elbette. 

Yaz tatillerimizi Saroz körfezindeki Yayla köyünde geciridik. Ev ya da baraka kiralardik, bir kez de komsularimizla cadir tatili yapmistik. Eminim annelerimiz icin cok zor olmustur ama benim hayatimin en unutulmaz tatillerinden biriydi. Balikcidan taze kefal alir, karisindan da iki kecisinin sütünden yaptigi keci peyniri alirdik. O kadar güzel keci peynirini bir de köyde annemin kuzeni Emine Abla yapar. Bayramlarda bütün kuzenler bir arada toplanirdik. Kurbanlar cocuklarin önünde kesilir, bagirsaklari cikarilarak temizlenir, biz de izlerdik. Bunda da bir nevi Hansel ve Gratel durumu söz konusu. Yetiskinlikte bir cocugun önünde kurban kesilmesi ne kadar korkunc geliyorsa, Hansel ve Gratel okumak da o kadar korkunc geliyor. Ama isin asli bunlarin hicbiri cocuklari korkutmuyor. Hansel ve Gratel’de benim ilgimi ceken tek sey cikolata ve sekerlerden yapilmis evdi, cadi ve kazan detaylari umrumda bile degildi tabi ki. Köyde bayramin en güzel kismi cocuklugum icin kuzenlerimle birlikte gecirdigim vakitken, büyüdükce önce komsu evlerde verilen visne votkali partilere sonra ise incecik sarilmis zeytinyagli yaprak sarmalari, susamli ev yapimi baklava ve yanina eksi yayik ayranina dogru evrildi. Artik dört bes yilda bir ancak gidebiliyorum ama en son gittigimde kizim sokakta özgürce oynamisti. 

Babam beni ilkokul beste (o zamanlar ilkokul bes yildi ve siyah önlükler giyiyor, annemizin ördügü dantel kolali yakalar takiyorduk) dershaneye yazdirmisti. O zaman Anadolu lisesi diye bir seyden haberdar oldum. Artik tarih onlari da köy enstütüleri gibi rahmetle anacak. Ben arkadaslarimla Cumhuriyet Ortaokuluna gitme hayalleri kurarken, bana göre sasirtici bir sekilde Edirne Anadolu Lisesi’ni kazandim ve iki bucuk yillik yatili okul maceram da böylece baslamis oldu. Eger kazanamasaydim babamin beni Özel Tekirdag Koleji’ne yollayacagini da sonradan ögrendim. O zamanlar hem büyüklerimiz bizlerle planlarini tartismazdi, hem de bir yil kolejde okuyan cocuklar Edirne’de kolej olmadigi icin anadolu lisesine gecis yapabilirlerdi. Sinav sorunu da böylece cözülmüs olur, 6 nci sinifin basinda okula yiginla yeni ögrenci gelir, basarisiz olan pek cogu kolejden geldi zaten diye yaftalanirdi. Fakat tüm bunlar bir kac yila unutulur, pek de önemi kalmazdi. 

2 Haziran 2021, Oldenburg



[1] Cingene lafi da benim icin olumsuz hicbir anlam icermemektedir. Cingeneler güzel müzikler yapan, neseli insanlardir benim icin. Onca asagilanmaya, insan yerine konmamaya ragmen (Kürtlere irkcilik yapilir ama cingeneler irkciliga bile layik görülmezler. Ne acidir ki bu durum sadece Türkiye’de degil gördügüm kadariyla Avrupa’da da gecerli.) gacilara gönül koymayan, hayata küsmeyen, öfke duymayan güzel insanlardir cingeneler. Belki onlar da artik bu kadar kaale alinmamaya karsi öfke duymaya bile hak görmüyorlardir kendilerinde kimbilir. 

Yorumlar

Adsız dedi ki…
Su gibi akti yazi Zeynepcim. Gozumde canlandi anlattiklarin. Ne guzelmis o gunler.
Sevgiler,Asli
Zeynep dedi ki…
canim benim cok teşekkür ederim. Cok şanslı cocuklardik Aslicim simdi de şanslı yetişkinler olduk. Hamdolsun ve darisi cocuklarimizin basına.
elif dedi ki…
boyle arkası yarın gıbı okumak cok zevklı

hele aynı baba kansızlık ıcın bana da sarap içirdiği için ve başka anılar da aynen bana da ait o yüzden de çok hoşuma gidiyor

Popüler Yayınlar