Bu Aralar Gözümün Gördükleri Bilincimin Akisinda
Yillar önce Ayn Rand'in "Hayatin Kaynagi" kitabini okuduğumda, elimden birakamamis ve cok beğenmiştim. O günden aklımda kalan tek şey mimar turuncu kafa Howard Roark'in, Trevanian gibi üstün bir insan olmasıydi. Ancak, kitap kulübümün Eylül seçkisi olarak tekrar elime alinca, bu sefer bambaşka bir gözle okumaya başladım.
Ayn Rand'in önsözünden başlamak istiyorum. Insanin kendi potansiyelinin bilincinde olması ve kendisinin en harika versiyonu olması fikri, evet harika, ama bir yandan da cok yorulmadık mi Ayn Rand'in actigi bu yolda gelenlerdeden, bütün o new age zirvaliklarindan. Rand oldukça akilli bir kadın, felfefeyi cok iyi biliyor, bazı fikirlerine katılmamak elde degil. Ancak ardılları ne onun kadar zeki ne de bizim zekamıza onun kadar saygı duymuyor gibi. Kapitlalizm karsiti degilim, ama neoliberalizmin yasamimizi ne hale getirdiğini hepimiz görüyor ve yaşıyoruz. Icinde kivrandigimiz varoluşsal problemler bile bu felfesenin bir parçası. Cünkü potansiyelimizi kullanmıyoruz. Kapitalizm tepemizde bas bas bagiriyor, kicini kaldır o kanepeden, calis, calis, en iyi halin ol. Olamayacaksın ama, bu yolda hissedeceğin eksiklikler ve tüketeceklerin bizim icin kafi.
Bir kere kitap didaktik. Karakterler siyah ve beyaz, Dekan bize diyor ki "biz kim oluyoruz da onları a$maya kalkıyoruz?" Yazar burada gözümüze sokarak sinirleri a$, çizgilerin icinde kalma diyor. Italik yazilmis olan işbirliği kelimesi ile dekan Howard'i sistemin icinde kalmaya ikna etmeye calisiyor. Isbirligi kötü, sistemin icinde kalmak kötü, yani bunlar kötü olan dekana ait kavramlar. Howad iyi, çemberin disinda ve bireysel. Burda da size kavramlar cok karismis gibi gelmiyor mu? Rand kapitalizmi savunuyor (ki bugün kapitalizmin geldigi noktayı görse hala ayni düsüncede olur muydu emin degilim) ama kapitalizm dekanın ve savunduklarının ta kendisi. Kapitalizm bizim çemberin icinde kalmamızı istiyor, dayanismamizi istemiyor. Toplum vs. birey karsilastirmasi tam olarak söylemek istediklerini yansıtmıyor. Cin Halk Cumhuriyeti basta olmak üzere pek cok dogu toplumunda toplum bireyden önce gelir. Cin Halk Cumhuriyeti komünizmi ile bunun boku cikarilmis olsa da, aslında bir kisinin refahı topluluğun refahından daha önemli degildir. Rand Rus komünist devriminin cok acisini çekmiş bir kadın ama savrulduğu diger ucun kötülüklerini anlayacak kadar da aptal degil. Sosyal bir devlet icinde sinirleri olan bir liberalizmi savunmamasini o yüzden tam olarak anlayamıyorum.
Kitaptaki baska bir karakter olan Ellsworth Toohey'in kitabi "Tastan Vaazlar" yayınlanana kadar, Ayn Rand'a haksızlık ettigimi düsünüyordum ki bir parodi gibi olan kitabin icerigini okumaya başladım. O kitabin icerigi tam olarak bir parodi. Dekanin konuşmasından beridir incelikli işlenmiş bir romanken yine Dekan'in konuşması gibi, simdi size neye karşı oldugumu salaga anlatır gibi, ama kendimle de çelişerek anlatıcagim diyor adete bize.
Peter karakteri mesela, uyumlu olan, ne istediğini netlikle bilmeyen bir insani gömmeye gerek var mi? Üstelik de 22 yaşında biri? Istemedigi bölümleri okumak zorunda birakilan genclere tüm sorumluglu yüklemek, sistemi eleştirmemek düpedüz safdillik. Kötü bir karaktere evrilmeden de yasayamaz mi Peter bu insancıl ikircikleriyle? Ne istediğini bilmemenin kötü bir insana ait olması gerekmez illa. Pekala pek cok iyi insan da ne istediğini bilmeyebilir, Edebiyati neden seviyoruz biz? Kendimizin bile, kendimizde anlamadigimiz tüm o zitliklari, iyi yürekli de kaba da olabilen arkadasimizi anlamlandiramdigimiz tüm o anları ve daha fazlasını, yani insan ruhuna özgü o tüm o grilikleri anlamak icin. Bu kitap ise bize bir fantezi sunuyor, bize keskin degilsen varolma diyor, bir iste cok iyi degilsen o isi yapma diyor ama kaç kisi Howard gibi mimarlık yapabilir? Mimar olmak isteyen herkes cigir acmak zorunda mi? Uyumlu olan herkes ayak kaydıran biri midir?
Kötü karakter olduğu icin ağzından çıkan cümleleri kötü algılamamız gereken Ellsworth Toohey (ki her söylediğine de katılmıyorum evet) bize diyor ki ""Böylece, dostlarım," diyordu ses, "bu acıklı mücadelemizden almamız gereken ders, bir birlik dersidir. Ya birleşeceğiz ya da yenileceğiz. Bizim irademiz, benimsenmeyenlerin, unutulanların, baski altında kalanların iradesi, ortak bir inanc ve ortak bir amacla bizi birbirimize sapasağlam bir kaya gibi kaynaştıracak. Her bir kisinin kazançla, konforla, çıkarla ilgili kendi küçük sorunlarını bir tarafa birakacagi zamana gecmis bulunuyoruz. Su an, her bir kisinin kendi benliğinin koskoca bir akintinin icine katip yükselen o dalgaya bırakması anidir. O kabaran dalga hepimizi, isteyeni de istemeyeni de kapıp geleceğe doğru sürükleyecektir. Dostlarim, tarih ne soru sorar ne de cevap verir. Dönülmez bir şeydir tarih. Tipki onu çizen kalabalıkların sesi gibi. Biz de o cargriyi dinleyelim. Örgütlenelim kardeşlerim. Örgütleneim. Örgütlenelim. Örgütlenelim."
Tarih Rand'in istediği gibi gelişti. Birlesmedik, yenildik. Her bir kisi kazançla, konforla, çıkarla ilgili kendi küçük sorunlarını bir tarafa bırakmadı. Örgütlenmedik. Kaybettik. Iste yeniden, 2023 yılı itibariyle, tüm dünya icin, dünya yanarken, seller altındayken, ülkeler, devletler, halklar ekonomik zorluklarla boğuşurken, uluslarar üstü, cok uluslu şirketler borularını öttürürken, şimdilik gerideyiz. Simdi, su anda "Her bir kisinin kazançla, konforla, çıkarla ilgili kendi küçük sorunlarını bir tarafa birakacagi zamana gecmis bulunuyoruz."
Okudukca kitapla ilgili güzide fikirlerim yumurtlamaya devam edecegim.
Isvec'te kaldigimiz evde internet yoktu. O yüzden yolda kaldigimiz otellerde bir kaç film izledim. Cünkü Mubi Deutschland seçkisi cok kötü ve ben tatilde hangi ülkeye gidersek oranın Mubi seçkisinin etinden sütünden mümkün oldugunca faydalanmaya calisiyorum. Bu durumu, utanmadan Mubi Almanya 'nin instagram hesabına mesaj olarak yazdım. Hatta Almanya'da hayatin tadını cikarabilecegimiz her seyde bir sorun var bile yazdım adamlara. Merano geliyor aklıma mesela, bu kis gitmiştik, Italya'nin en kuzeyi, dağlık, Italya'dan cok Avusturya belki, her kösesi imparatoriçe Sisi, ama gel gör ki Italyan "La Dolce Vita" havası her köseye sinmiş. Almanya ise Ask-i Memnu'daki Matmazel gibi. Dogru ve dürüst ama ömür geçer mi onunla?
Jim Jarmusch'dan "Coffee and Cigarettes" filmi siyah beyaz ve tüm Jim Jarmusch fimleri gibi görsel bir şölen. Insanin cani sigara çekiyor yalnız, uyarmadı demeyin ama bazen de o kadar cok sigara iciyorlar ki izlerken ciğeriniz büzüşüyor.
Wong Kaw Wai'in "Fallen Angels" filmini ise Gotland adasina gecerken feribotta izledim. Internet o kadar kötüydü ki, yarisini iki hafta sonra dönüş feribotunda izleyebildim. Yani olmadı tabi, giremedim filme cok ama yine de böyle 90'li yıllarda yasadigimiz karsiliksiz aşkları hatırlattı bana. Cok derinden hissettim o ask acilarini. Simdi cok uzak bir mazi gibi ama izlemesi güzeldi ve tüm Wong Law Wai kileri gibi görüntüler bazen yorucu olsa da cok güzeldi.
"A Night on Earth" filmi ise yine Jim Jarmusch'tan. Bu filmi suratımda kocaman bir gülümseme ile izledim. Hele o New York'taki göçmen Alman taksici, hele hele Paris ve Roma hikayelerini cok ama cok beğendim. Oyunculuklar muhteşem. Filmi izlerken hakikaten yaraticilik, yetenek böyle bir şey diye düsündüm sürekli. Ama maalesef yarim kaldı, son hikaye olan Helsinki'yi izleyemedim ve daha Danimarka'ya gecmeden bulunduğunuz ülkede bu film yok dedi Mubi. Gecen yıl Danimarka ve Isveç birlikte Mubi Scandinavia idi ama bu sene ne oldu bilmiyorum. "Another Round" filmi de gecen yildan yarim kaldı, hala filmin sonunu bilmiyorum ve Mubi Almanya filmi hala göstermedi. Zaten Mubi Türkiye'de filmi görüp, Almanya'nin instagram hesaplarına çemkirdim, ne zaman getirceksiniz bu filmi diye.
Tatilde yeniden chik lit okumaya başladım. O iyimserliği, her seyin mümkün olması halini özlemişim. Marian Keyes'in "Parif for One and Other Stories" kitabini okudum. Paris'te gecen iki farklı zamanda yasamış iki farklı ciftin hikayelerini cok sevdim. Baska cok sevdiğim hikayeler de oldu. Alexandra Potter'dan "Confessions of a Forty Something F**k Up"i okudum bir de. Bu kitabi ben yazmalıydım ve yeteneğim olaydı iki sene önce resmen bütün bunları kağıda dökebilmistim. Ama evli cocuklu tarafından.
Dünyayı chic litler gibi gördüğüm zamanlar bitti sanki. Son üc yıldır hiçbir şey olmadan ne cok şey oldu. Ayn Rand'in dediği gibi kendimizi kurtarıyoruz belki, ama kurtaramayan herkesin de cibilliyetsiz olduguna katılmıyorum. Iki yıldır direnen insanlar ormanı kurtaramazsa bu onların cibiliyetsizligi mi? 6 Subat'tan sonra gerçekten cok mutlu umarsız falan olabildik mi yeniden? Hamburg Konsoloslugunda secimlerde calistigimdan beri, dayanismanin ne kadar önemli oldugunu gördüğümden beri, ne kadar bireysel olabilirim ben artık? Eski dünyayı özlesem de artık ona tutunmaya çabalamayı bıraktım. Bazı seyleri görmüş olmanın geri dönüsü yok. Eskiden "orda bir köy var uzakta"da olan haksızlıklar artık gözümüzün önünde. Artik baska yere bakmak, kafayı çevirmek ve hiçbir şey olmamış gibi yasamaya devam etmek mümkün degil. En azından benim icin Ama yine de hayati hala eglenceli kalmaya calismak mümkün ve de cok önemli. Iyi olmadan kimseyi iyi edemeyiz cünkü. O kisim icin Ayn Rand'dan hala yardim alabiliriz.
Yazının soundtrack'i icin tik tik.
Yorumlar